Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine
Bir
film, salt ismiyle bile meramını anlatabilir mi? Görüyoruz ki, anlatabilir. Adının
akıllıca bir tasarıyla belirlendiği ortada olan Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği (The Discreet Charm of the Bourgeoisie), İspanyol
yönetmen Luis Bunuel’in burjuvaziyi sınıflar arası temsillerle adeta yerden
yere vuran 1972 tarihli filminin adı. Bu film, Bunuel’e has sinematografik
çizgiler taşıdığı gibi, özellikle Salvador Dali ve Andre Breton’un yansıttığı
biçimiyle geliştirilen sürrealist niteliğiyle de döneminin sol esintisine bir
hayli uygun bir atmosfer barındırmakta.
Filmde
bir grup seçkin, (elit ya da sosyetik, her ne dersek diyelim, neticede burjuva
oldukları düşünülen insanlar) yemek yemek için bir araya gelmeye
çalışmaktadırlar. Fakat bu bir türlü gerçekleşmez. Bunun aşağıda bahsedeceğimiz
sair nedenleri vardır. Zira Bunuel’in meselesi tüm bu gerçekleşemeyen
seremoniler üzerinden burjuva ahlakını ve onun ürettiği kurumları topa
tutmaktır. Bir anlamıyla meselesi üzüm yedirmek değil, bağcının ipliğini pazara
çıkarmaktır!
Filmin
analizine isminden başlamak ve hatta sadece bunu yapmak bile bize birçok
anektod sunabilir. “Burjuvazinin Gizemli
Çekiciliği” başlığı ilk bakışta oldukça pozitif bir imaj çizmektedir. Burjuva
ifadesi içinde barındırdığı tarihsel bagajı ve dayandığı bir hayli dar kitle
ile dışarıda bırakılanlar için her zaman bir arzu nesnesi gibi görülmüştür
desek, sanırız bu başlığın kotarmaya çalıştığı manaya yaklaşabiliriz. Bir grubu
diğerlerinin gözünde bu konuma sürükleyen şey, burjuva sınıfının ontolojik
kökenlerinde arandığında mantıklı yanıtlarla karşılık bulabilir. Öyle ya, dünya
tarihi bize siyasetin Platoncu niteliğiyle basit bir yönetenler / yönetilenler
ikiliğinden, ticaret ve sanayi burjuvazinin doğumuyla çok daha karmaşık bir
yönetim dizgesine dönüşünün de hikayesini anlatmaktadır. Buradan hareket
edildiğinde burjuva sınıfının İngiliz deneyiminde yaşadığı gelişim, onun Kralın
temsil ettiği yapı ve Lordlar Kamarasında temerküz eden aristokratik güç
karşısında görece özerk bir alan olarak parlamentoyu kullanışını akla getirir.
Burada burjuvazi halkın içindedir; halkla birlikte ve halk adına vardır, ne var
ki kendisini basit halk katmanlarından ayırmak için de bitmek bilmeyen bir imaj
inşasına girişmektedir. Burjuvazinin
sınıfsal temeli maddi birikime dayanmaktadır, ne var ki kültürel karşılığı o
dönem için neredeyse yok gibidir. Tam da bu yüzden olsa gerek burjuva sınıfının
asıl derdi yeni ve farklı bir imaj yaratmak ve bunu da diğerlerinin karşısına bir
arzu nesnesi gibi koymak olmuştur.
Peki burjuvazinin yaratmaya çalıştığı imajın
art alanında hangi saikler vardır? Burjuva kültürü kendisini nereye
konumlandırmaktadır? Şüphesiz ki bu sorunun yanıtı burjuvazinin kendini ele
veren yapısında bulunabilir. Kendisini diğer sınıflara nazaran ayrı ve yukarıda
konumlandıran burjuvazi, maddi güce dayanan bir özgüvenle sahibi olmadığı bir
kültürü de satın alabileceğini düşünür. Böylece aristokratlarla arasındaki
kültür farkını da kapatabilecektir. Beri yandan, Magna Carta düzeninin yavaş yavaş kurulduğu ve Kralın karşısında
yeni bir siyasal güç odağı olarak doğmakta olan parlamento burjuvazinin yönlendirmesi
altındadır ve burjuvazi hızla yükselmektedir. Aristokrasiye göre yeni oluşu onu
dinamik kılmaktadır, işçi sınıfına nazaransa daha eski bir tarihi barındırması
onu nasıl hareket etmesi konusunda deneyimli kılar. Burjuva takımının, bir
sınıf olarak öteden beri tahakküm edici niteliği bu eşsiz kombinasyondan doğar
ve ulus devlet ile meşru bir domine edici güç haline dönüşür.
Burjuva kültürüne
üretilmiş niteliği nedeniyle, rasyonel bir inşai faaliyet gözüyle bakabiliriz.
Burjuvazinin alameti farikalarını üretmesi, bir bütün olarak burjuva olmaya
ilişkin bir adab-ı muaşeret setinin var olduğu iddiası, bu görece yeni sınıfın
kendi varlık statüsünün makyajı denilebilecek bir durumdur. Söz gelimi filmde
de açıkça önümüze koyulduğu üzere Martini’nin nasıl içileceğine dair bir
epizod, burjuvazinin kendini alt sınıftan nasıl ayırdığının kesif bir örneğini
teşkil etmektedir. Bu sahnede alt sınıfı temsil eden şoför, martini içme deneyi
üzerinden burjuva kültürünün ne olmadığına dair bir detay için kullanılmaktadır.
Esas olarak bu temsil, burjuva kültürünün gerçek hayattaki kesitine birebir
oturmaktadır. Çünkü burjuvazi, aristokrasinin ontolojik olarak sahip olduğu
tavrı yapay olarak üretmek durumunda ve bunu da ancak diğer sınıflar arasında
kendine onların dolayımıyla yer açarak başarabilmektedir.
Sınıf
mücadelesi filmde karşımıza birçok noktada çıkmaktadır. Büyükelçi Mr.
Thevenot’un öldürdüğü kadın teröristin üstü başı eskidir, çantasında gurmelerin
nefret ettiği ekmek ve marul gibi alelade yiyecekler vardır. Polis öğrencileri
tartaklamakla meşgulken, bürokrasi uyuşturucu kaçakçılığına rüşvet karşılığı
göz yummaktadır. Eski ve medeni dünyanın insanları üçüncü dünya ülkelerine
karşı ilgisizdirler. Bahçivanlarına karşı köpekmiş gibi davranan ev sahipleri
vardır.
Bunuel’in
burjuva kültürüne yönelik yaptığı en temel eleştirinin bu sınıfın hazza yönelik
düşkünlüğü üzerinden temellendiğini savunabiliriz. Filmde hazzı temsil eden şey
genel olarak yemek seremonisi, özelde ise et ve havyar gibi açıkça statüyü de
refere eden yiyeceklerdir. (Mr. Thevenot
bu yiyeceklere karşı takıntılıdır.) Bu sahnelerde figürlerin arzu nesnelerine
yönelik karşı konulmaz iştahları, bir türlü yerine getiremedikleri yemek yeme
seremonilerinin adeta bir varlık sebebi haline dönüştürülmesi gibi detaylar izleyiciye
sarih bir burjuva kültürü eleştirisi sunmaktadır. Çünkü izleyici bilir ki iyi
yemekler, güzel içkiler, bunlara ilişkin degüstatif vurgular, keyfin
abartılması, yeme ve içme eylemlerinin mekansal alternatiflerle süslenmesi gibi
birçok detay zenginliğin temel yansımalarıdır. Bunuel’in kolayca gösterdiği şey
de hazzın burjuva elinde nasıl vülgerleştiğidir. Dikkatlice bakıldığında, zina
(Mr.Thevenot karısını aldatmaktadır.),
pahalı yiyecekler, seromoni niteliği kazanmış yemek tertipleri, içki düşkünlüğü
(Florence, sarhoş ve düşkün bir züppe olarak
tasvir edilir.) ve diğer ögeler burjuvazinin hazzı hoyratlaştırmasıdır.
Gerçekten de herkes tarafından gerçekleştirilebilecek
eylemler burjuvanın elinde gereğinden büyük bir önemle selamlanmakta,
oluşturulmaya çalışılan imaja meze yapılmaktadır.
Seks
düşkünlüğü de benzer şekilde yansır. Filmin bir sahnesinde eve gelen
misafirler, ev sahiplerinin seks yapma istekleri nedeniyle bekletilmektedirler.
Dekadan bir ahlak anlayışıyla bu anı yaşamaktan imtina etmeyen çift (Mr. Ve Mrs. Senechal), konu seks
esnasında çıkacak sesin duyulmasına geldiğinde çekinmekte ve bu yüzden
maceralarını evin dışına, çalılara taşımaktadırlar. Tipik bir modern insan
eleştirisi olan bu sahnede burjuva ahlakının ikiyüzlülüğü yüzümüze
çarpılmaktadır.
Bunuel,
enfes bir enstalasyonla bir yemek yeme sahnesine ordu mensuplarını
yerleştirmiştir. Bir türlü
gerçekleştirilemeyen yemek seremonisinin bir nedeni de bu tuhaf olay
olmaktadır. Fakat burada esas olarak hedefe konan şey burjuvazinin güvenlik
algısıdır. Biliyoruz ki tarihsel olarak burjuvazinin gelişimi için ortak
pazarın yanında güvenlik ve barış da gerekmektedir. Bunun yolu da bu işleri
halledecek bir siyaset kurumunun oluşturulması, bu kurumun burjuvazinin
vergileri ile finanse edilmesi ve karşılığında güvenlik ve barışı tesis
etmekten sorumlu tutulmasıdır. Aslında bu, Hobbes’un Leviathan olarak adlandırdığı devlet tipidir ve burjuvazinin
gelişimiyle koşuttur. Bu temel tarihsel yapı, moderniteye de aktarılmış ve
zenginlik/özel mülkiyet ile güvenlik arasında her zaman vazgeçilemez bir bağ
olmuştur. (Filmde ordu ile burjuvazi arasındaki bağ Nazilere öfkenin
abartıldığına yönelik bir detayla vurgulanır.)
Ordunun
yanında din de burjuvazinin takdis ettiği kurumlardan biri olmuştur. Bunun
birkaç nedeninden kısaca bahsetmemiz gerekir. İlki, tarihsel olarak burjuvazi
Kilise / Papalık ve Monark arasındaki güç mücadelesinin monark lehine sonuçlanması
akabinde doğmuş ve ruhani / cismani iktidar tartışmalarını yaşamamıştır. Bu
anlamıyla bir taraf tutması gerekmemiştir. İkincisi, dinde reform
hareketlerinin yayılmasıyla dinin rasyonelize olması ve kapitalizme
eklemlenebilecek bir yapıya kavuşması, burjuvazi için dinle mükemmel bir uyum
sağlanması anlamına gelmiştir. Bu dünya için sermaye biriktiren, öte dünya için
de dua etmekte, böylece iki cihanda saadeti Pascalcı
anlamıyla garantilemektedir. Bu
nitelikleriyle burjuvazinin Bunuel’in tepkisini çekmemesi düşünülemezdi. Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği’nde de
birçok sahneye dikkatlice yerleştirilmiş din ve ordu eleştirisine rastlanmakta,
burjuvazinin kutsadığı kurumlar olması hasebiyle Bunuel’in oklarını üzerine
çekmektedir. Özellikle piskoposun emekçi yerine geçmesi, emekçinin ise piskopos
kıyafetiyle gözükmesi, en sonunda da piskoposun bir katil olduğunun anlaşılması
lafı dolandırmadan Kiliseyi alaşağı etmek anlamına gelmektedir.
Bunuel sinemasının önemli
özelliklerinden biri de sahnelerin tekrarına dayalı bir anlayışın varlığıdır. (Repetition ya da daha doğru ifadesiyle Variation, demektedir Catlett) Aslında
bu niteliğini borçlu olduğu anlayış harmoniye, estetiğe ve her türlü fotojenik
güzellemeye yönelik keskin bir eleştiri taşıyan Sürrealizmdir. Konu filmimizde
de merkezi konum teşkil eden, Catlett’in
leitmotif olarak nitelendirdiği tekrar, kırda yürüyüş sahnesidir. Bu sahne
defalarca karşımıza çıkar, hatta filmin kapanışında da bu sahneyi görürüz. Peki
bu sahne bize ne ifade etmektedir? Birçok yorumcu için bir hayli kafa
karıştırıcı olduğu anlaşılan bu sahne zannımca Bunuel’in burjuvaziye yönelttiği
en temel eleştiriyi içermektedir.
Öncelikle bu sahneyi
doğru tanımlayan şey burjuva diliyle ifade edilen “kırda yürüyüş” değil, emek diliyle ifade edilen “tarlada gezinme” olmalıdır. Zira bize
gösterilenin gerçekte işinden gücünden bunalmış, kentin debdebesi içinde kaybolmuş
burjuvazinin nefes alabilmek adına kentten kıra kaçma efekti değil de, onun
köylü köklerinin ayyuka çıkarılması olduğudur. Çünkü bu altı kişi o sahnelerde
bir yerden bir yere gitmekte değildirler. Nereye gittikleri belli değildir. Ve
fakat gezinti yapmadıkları gergin ve tempolu yürüyüşlerinden bellidir. Esasen
gerginlikleri, gerçekte nereden geldiklerini görmelerinin yarattığı gerilimdir.
Burjuvazi, tarihsel olarak halk tabakasından neşet etmiş bir sınıftır ve kendi
geçmişine karşı öfke biriktirirken, geleceğini ebed müddet kılmak için
uğraşır. Bu yüzden geçmişten değil, hep
gelecekten söz eder. Bu psikoloji onun hayatını dondurma gayesine dönüşür.
Kırda yürüyüş ya da tarlada gezinme sahnesi, belirttiğimiz
üzere filmin en sonunda da görülmektedir. Bu sahne esasen tüm figürlerin
makineli silahla öldürüldüklerini gördüğümüz sahnenin ardından gelir. Catlett’in
de belirttiği gibi; yönetmenin vurgusu burjuvazinin sonsuzluğunadır.
Dileklerin, isteklerin, hazların ve coşkuların esir aldığı insanın sonsuza dek
sürgün oluşunadır. Bu bir ceza olarak da okunabilir. Burjuvazi sahibi olduğu konforun
kefaretini ruhsal tatminsizliğiyle ödemekte, hiç tükenmeyecek bir arzunun biteviye
esiri olmaktadır.
Analiz için teşekkürler.
YanıtlaSil