Türk Burjuvazisinin Doğuşundan Müsiad’a (Dizi Yazı 2)

Tartışmamızın odağında bulunan İslami burjuvazi kavramını tartışmadan önce Türkiye’de burjuvazinin doğuşuna bakmalı, Modern Türkiye’nin ortaya çıkışında hangi bağlamlarda roller üstlendiği üzerinde durmalıyız. Bilindiği üzere, Osmanlı’nın klasik tabakalaşma yapısında, sermaye biriktirebilen ayrı bir sınıf söz konusu değildi. Temel aksiyom olan yönetilen / yöneticiler dikotomisinin içinde derinlik yaratabilecek birkaç varyant söz konusu olmakla birlikte, bunların hiçbir zaman Batı’nın tarihsel dönüşümünde ortaya çıkmış olan burjuva sınıfı ile bir benzerliği olmamıştı. Osmanlı’da meri olmuş olan malların müsaderesi, özel mülkiyetin sınırlı oluşu, hiç kimsenin padişahtan daha zengin olamayacağına dair temel kurallar tüccar sınıf içerisinden burjuva sınıfının neşet etmesini engellemişti. Bu klasik tabakalaşmanın Cumhuriyet ile birlikte dönüştüğü, yerini Batı tipi sınıflı topluma bıraktığını söylemek de doğru değildi. Çünkü Cumhuriyetin dönüştürdüğü şey, Osmanlı’nın temsil ettiği zihniyetti ve bu niteliğiyle somut değil soyut karakterdeydi. Şüphesiz ki Kemalist devrimlerin somutlaşarak vücuda geldiği birçok alan mevcuttu fakat bunlar daha çok Osmanlı unsurlarının temsil ettiği Doğu tipi toplum yapısının terk edilerek Batı tipine geçme amacını taşıyan ve uygulama alanında birçok sorunlarla karşılaşılsa bile ideolojinin yerleşmesi için bile isteye yapılmış uygulamalardı. Dolayısıyla, Türk modernleşmesinin talebi üzüm yemek değil, biraz da bağcıyı dövmekti. Bağ ve bağcı bir kez dönüştürülebilse, toplum bu sefer bir nehir gibi neşvünema edecek, modern ve gelişmiş Batı’nın yatağında akıp denizini bulacaktı.

Türk modernleşmesinin Osmanlı’dan devraldığı yapıyı dönüştürememesi onun büsbütün işlevsiz olduğu anlamına gelmemekteydi. Evet, Genç Cumhuriyet, yaptığı devrimle aslında Şerif Mardin’in deyişiyle “Geç-Yeni Patrimonyalizm” sistemi kurmuştu ve bu, devraldığı mirastan çok da farklı bir yapı değildi.1 Fakat Cumhuriyet rejiminin uğraştığı asıl şey daha çok sermaye sahiplerinin kimlikleriydi. Gayrimüslimlerden oluşan hem işveren hem de işçiden mürekkep iş hayatının Türkleştirilmesi temel gayeydi. Kimliklerin ikamesi, sermaye ve emeğin Türkleşerek ulus-devletin formasyonuna katılması anlamına geliyordu. Ne var ki bu dönüşüm, Türkiye’nin geleneksel sosyo-ekonomik düzeninin değişmesi anlamına gelmiyordu. Zaten rejimin lideri Atatürk’ün en önemli entelektüel referanslarından Ziya Gökalp’in “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle” ideali Türk milliyetçi tasavvurunda yerini almıştı. Bu prensip gereği köylü toplum yapısı genel olarak korunuyor, şehirlere doğru başlayan mobilizasyon henüz mülksüzleşmeyi yaratan sebep olamıyordu. (Bu durum bugün bile geçerli değildir. Dini bayramlarda memleketine gidebilenler evine katkı sağlayabilecek ürünlerle dönerler ki bu durum reel gelirlerini pozitif anlamda ciddi düzeylerde etkileyerek onların mülksüzleşmeleri önünde önemli bir tampon görevi görür.) Türkiye’de Batı tipi sınıflı toplumun ortaya çıkması için 1980’e kadar beklenecekti.2

80 Darbesinin en önemli işlevi, bu tarihten hemen önce (24 Ocak) alınmış olan iktisadi kararların uygulanması önündeki engelleri kaldırmak yolunda oldu. Böylelikle Türkiye bir takım ekonomik kararlar neticesinde dünya ekonomik sistemi ile bütünleşti. Yeni Sağ’ın Amerika ve İngiltere macerasındakine benzer bir muhafazakar neoliberalizm ANAP Hükümetleri eli ve askeri vesayet eşliğinde uygulamaya geçildi. Nihayetinde toplum ilk kez sınıflı bir topluma dönüşmeye başlarken, burjuvazi içerisinde de yeni bir odağın ortaya çıkmasının önü açıldı. Uygulanan ekonomik politikalar ile Anadolu’da ve İstanbul’un perifer noktalarında mukim küçük esnaf / KOBİ’ler atılımlar yapmaya, işlerini büyütmeye ve böylelikle sermaye biriktirmeye başladılar. Büyük çoğunluğu muhafazakar olan bu Anadolu Kaplanları çocuklarını darbe ürünü İmam Hatip liselerine yollarlarken, beri yandan da Bourdieucu anlamda İslami kültürel sermayeye sahip olmak için çeşitli network ağları kurmaya başladılar. Bugünün Türkiyesi’nde siyasete yaptığı etkilerle adından çokça söz ettiren Gülenciler, Süleymancılar, Menzilciler vb. gibi Nakşibendilik ve Nurculuğun alt kollarının hızla büyüdükleri yıllar da yine bu yıllardı. 80 Öncesi İslamcılığının sol lügatten fırlamış gibi duran talepleri, ki bunların önemli bir kısmı Seyyit Kuttup, Ali Şeriati, Hasan el Benna, Muammer el Kazzafi gibi sol İslami figürlerin ideolojik etkileri dolayımıyla dile geliyordu, bu tarihten sonra sol ile olan irtibatını keserek Özal klientalizminin dalga boyuna geçiyordu. 3 4

Laik İstanbullu sermayedar kesiminin, siyasal İslamcılığın Türkiye macerası içinde şüphesiz ki en ilginç figürlerinden biri olan Necmettin Erbakan’ın TOBB Başkanlığı akabinde TOBB’dan koparak kurdukları TÜSİAD’a rakip olarak doğmuş bulunan MÜSİAD, İslamcılığın siyasal dönüşümünün timsali olarak görülebilirdi. Çünkü MÜSİAD, İslamcılığın kesin olarak kapitalist yapı ile uyum içinde mücadelesini sürdürmesi gerektiği fikrini yerleştirmişti. (Ve buna ilaveten, kendi oluşumlarına TÜSİAD’ınkinden farklı olarak devletten iş alarak değil, organik bir ekonomik faaliyet sonucu oluşmuş olduğu iddiasıyla kısa yoldan bir meşruiyet de aktarıyorlardı.) 80-90’lar boyunca süren neoliberalizmin ilk veçhesi MÜSİAD kanalıyla İslamcılar içinde kurumsallaşırken, geleneksel İslamcılık ve Milli Görüş hareketi de bu dönüşümden nasibini fazlasıyla alıyordu. Bu dönüşümün bedeli ise, mikro anlamda bireyin içinden çıkamayacağı bir takım çelişkilerin içinde bunalması, makro anlamda ise din ve modernite arasında pürüzsüz bir eklemlenmenin oluşamaması oldu. Yine de son tahlilde din ve modernitenin birbiriyle kaynaşabildiği söylenebilir.

1 Özdemir, Şennur, Türkiye’nin Sosyo-Ekonomik Dönüşümü: Batı Tipi Sınıflı Topluma Geçiş, Emek ve Toplum Dergisi içinde, Cilt:1, Yıl: Sayı: 1, Ankara, 2012, Sf: 151-180

2 A.g.e: 158

3 Yankaya, Dilek, Yeni İslami Burjuvazi – Türk Modeli, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, Sf: 37-110


4 Bugün İslamcılık ve Sol arasında hala zayıf da olsa bir birliktelik vardır. Özellikle düşünsel referanslarını Türk solunun en önemli figürlerinden olan Hikmet Kıvılcımlı’dan alan Devrimci Müslümanlar hareketi ve Ankara İlahiyat çevresi ile Yaşar Nuri Öztürk gibi medyatik figürlerin yaşattığı ve daha çok İslam’ın reformasyonu üzerine kafa yoran önemli bir ekip cesurca mücadelelerini sürdürmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

1946'nın Sopalı Seçimleri vs. Örtülü Ödenekli 2015 Seçimleri - 1

Butimar’ın Boz Kanatları