Garibanların Dünyası’nı Anlamak



Yoksulluk Halleri, Necmi Erdoğan’ın editörlüğünde Aksu Bora, Ömer Laçiner, Ersan Ocak, Ahmet Çiğdem gibi yazarların katkı verdiği ve maduniyet çalışmaları ve özellikle de onun en yoğun ve karmaşık görünümlerinden biri olan kent yoksulluğuna odaklanan, bu alanda yazılmış en kapsamlı ve değerli çalışmadır. Genel hatlarıyla bu çalışmada günümüz Türkiye’sindeki yoksul-madun kesimin, toplumsal hiyerarşiyi nasıl gördüklerine, yorumladıklarına ve yaşantıladıklarına tanık oluyoruz.

Kısaca kitabın genel anlamda içeriğine ilişkin konuşacak olursak, kitap dört bölümden oluşmaktadır ve ilk bölümü giriş niteliğinde olup, maduniyet çalışmalarına kavramsal açıklamalarla bir çerçeve çizer, böylelikle Türkiye özelinde yoksul-madunun itkilerini kavramaya çalışır. Daha sonraki üç bölümde ise yoksul madunun bu itki analizlerini oluşturmamızı sağlayan birebir mülakatlar yer alır. Bu mülakatlar, İstanbul ve Ankara’nın kenar mahallelerinde yaşayan ve asgari ücret ya da ondan biraz daha fazla kazanan insanlarla yazarların doğrudan yaptıkları söyleşilerdir.

Bu mülakatların ve yazarların mülakatlardan bağımsız makalelerinin önemli bulgulara işaret ettiği, yoksulluğun biçimi ve Necmi Erdoğan’ın deyimiyle Garibanlar Dünyası’nda nasıl yer aldığına dair tatmin edici sonuçlar üretildiği görülür. Biz de bu bulgu ve sonuçlar hakkında kısa bilgiler vereceğiz.

Türk toplumu, Batıda görülebileceği gibi hiyerarşik dikey bir yapıya sahip değildir. Yani kast veya aşağı-yüksek gibi toplumsal sınıflar yoktur. Ancak yoksul madunların, kendilerine ve zenginlere dair böyle bir alt-üst ilişkisi ile hayatlarını anlamlandırdıkları görülmektedir. Aslında bu anlamlandırma çabası büsbütün soyut bir nitelik taşımaz. Öyle ki, alt ve üst sınıfların konumsal noktaları özellikle apartman şeklindeki binalar düşünüldüğünde gerçekten de topografik bir nitelik taşır. Kapıcı dairesi genelde ya kazan dairesi ya da otoparka açılır. Üst katlarda ise zenginler oturur. (Hatta dairenin bulunduğu kata göre fiyatı arttığından üste doğru çıkıldıkça tekrar sınıflaşır.) Kelimenin literal anlamıyla; alt sınıflar kanalizasyondur, lağımdır, faredir; aşağıda olandır.

Onlar için hiyerarşik düzen “fakirler” ve “zenginler” olarak var olmaktadır. Bu hiyerarşik düzendeki hegemonik pratikleri Necmi Erdoğan farklı eylemler üzerinden tartışır: 

    • Bakışma
    • Konuşma
    • Dokunma
    • Hissetme
    • İdare Etme
    • Kabullenme

Sırayla incelersek;

  • Bakışma: İlk olarak zengin-yoksul ilişkisinin yoksul açısından görselleşmesinden bahsedilir. Zengin tarafından hor görülme, mendil satmak gibi işlerde çalıştığının göstermeme isteği veya görüldüğünde utanma buna örnektir. Aynı şekilde çoğu yoksul için de zenginin görselleşmesi ancak ve ancak televizyon aracılığıyla tanımlandırdığı bir kesimdir. Mülakat örneklerinde de görebileceğimiz gibi yoksulların zengine dair anlatılarında, onları “kendini beğenmiş, şımarık, cimri, aç gözlü, fakirin halinden anlamaz olarak sunar. Yoksul kendisini ise, “fakirin halinden fakir anlar, içi temiz, zenginlerden daha yüksek, yardımsever, canayakın olarak niteler. Bu şekilde oluşturdukları kutupsal düzen onların ilişkilerini ve yaşayışlarını anlamlandırmaktadır.

  • Konuşma: Diğer bir husus sesini duyurmaktır. Madun olmak Marx ve Spivak’tan doğru bildiğimiz üzere dinlenmemek veya dinlenmeye değer bulunmamaktır. Yoksul-madun kendisinin konuşmaya ehil olmadığını, konuşursa dinlenmeyeceğini, rezil olarak utanacağını düşünerek konuşmaktan çoğu zaman çekinir. Bazen de gerçekten de mantıklı bir cümle dizgesi kuramaz. Bunun için yeterli kavram setine ve sistematik düşünme yetisine sahip değildir ve hayatı boyunca uzak kaldığı / kalmak zorunda bırakıldığı eğitim tam da bu noktada onun imkanlarını daraltan, sesini bile duyurmaktan aciz kılan sebep olmuştur. Zaten Beverly de madunun konuşamadığını, konuştuğu anda madunluktan çıkacağını ifade eder.

  • Dokunma: Üçüncü husus, Erdoğan’ın ifadeleriyle, “yoksulluğun bedene kazınması ve bedenle cisimleşmesidir.” Yoksulluk ile sağlıksızlık arasında birbirini besleyen döngüsel bir ilişki mevcuttur. Ancak bu durum bedenin sadece beslenme ve tedavi olanaklarından dolayı sağlıksız kalması ile sınırlandırılmamaktadır. Yoksul bedeni kendisi için ezik ve kısıtlanmıştır. Necmi Erdoğan’ın mülakatı sırasında karşısındaki boş koltukta değil de yerde oturan, omuzları düşük fotoğraf çektiren, kendisini aşağıda tutan, jest ve duruşlarıyla mekanda yer işgal etmekten çekilen madun-yoksul durumu da kısıtlanmışlığın birer örneğidir. Beden konusundaki bu husus, onların kendilerini zenginler tarafından hayvan gibi görüldüklerine dair betimlemelerden ayırt edilebiliyor. İnsan değilmiş gibi, köpek gibi tarzı lafları kendileri için çok kullanırlar. Kendilerinin sağlıksız, pis ve kokulu olarak görüldüklerini hissederler. Zenginler tarafından bakıldığında durum gerçekten böyle algılanmaktadır. Genel olarak sınıf ilişkilerini koku ilişkisi üzerinden de düşünmek mümkündür.

  • Hissetme: Diğer husus bedenin sağlıksızlığının yanında tehlike arz eden ruhsal sağlıksızlıktır. Yani yoksulluk, beslenme ve barınma sorunlarının yanında bir de yoksulun öz-saygısını yitirmesi anlamına gelir. Çalıştığı evde, ev sahipleri ile aynı sofradan yemek yiyememesi, kendisinin cahil olduğunu bilerek çocuklarının ondan utandığını düşünerek eziklik ve suçluluk duyması, hayvan muamelesi görmesi onda öz-saygı yitimine sebep olur. Öz-saygısını yitirmemek için kendisinden güçlü olan kesime karşı savunma araçları geliştiren yoksulun elindeki yegane silah, insani değerlere sahip olma, gurur ve onurunu yitirmeme kudretine inancıdır.

  • İdare Etme: Beşinci husus ise madunun idare etme, kaçınma, sakınma, saptırma, etrafından dolaşma gibi Erdoğan’ın popüler metis dediği pratiklere başvurmasında kendini gösterir. İlk örnek geçinme stratejisidir: Fırından ucuza bayat ekmek almak, gecekondu bahçesinde sebze meyve yetiştirmek, pazardaki artıkları toplamak, bakkaldan kırık yumurta almak, kaçak elektrik kullanmak gibi. Diğer taraftan tetikte olma durumu diye bir şey vardır. Devlet görevlileri olabilir düşüncesiyle yardım almak amacıyla olduğu durumdan daha kötü görünme, pasaklı giyinme, eşyaları saklama, anlamıyormuş gibi yapma durumları. Ya da ev kirası, iş vb. konularda yanlış bilgi vermek. İş bulabilmek için başını kapatma, yoksul için önem teşkil eden materyallerin vaadini veren siyasi partiyi destekleme. 

  • Kabullenme: Son husus ise, kabullenme durumudur. Yoksulların siyasi kavrayışlarının bir öğesini mahşeri bir kurtuluş tahayyülü oluşturur. Kendisinin durumunu kader, bu da bizim alınyazımız, gibi gören madunun öteki dünyada kurtuluş, elbet tanrının onların da yüzüne bakacağı, hatta daha öteye giderek bir Mehdi kurtarıcılığında dünyanın düzeninin değişeceği varsayımı önemli yer teşkil eder. İşte aslında bu sebeptendir ki, yoksul-madunlar, mevcut toplumsal varoluş koşullarını tam olarak kabullenmeseler de, bunlara karşı açık bir direniş veya isyana girişmeye eğilimli görünmezler.

Peki madunlar neden isyan etmezler? İsyan kültürü açısından bakıldığında gerçekten de Latin Amerika farklı bir sonuç verirken, Türkiye örneğinde sonuç rıza göstermek / razı olmak şeklinde tezahür eder. Örneğin Arjantin’de yaşanan ekonomik kriz sonrası işten çıkartılan işçiler zorla fabrikada çalışmaya devam edip fabrikayı bilfiil yönetmeye devam ederlerken, Türkiye örneğinde işsiz kalanlar eşyalarını toplayıp akrabalarının yanına taşınırlar. Bu kadere razıdırlar, dahası işin eninde sonunda zaten buraya varacağını çok önceden düşünmüşlerdir. Tevekkül ve kadercilik bu kesimlerde önemli bir pratiktir.

Latin Amerika ve Türkiye örneklerinin farklılaşmasını Erdoğan “içe yönelen tepki” ve “dışa yönelen tepki” üzerinden açıklar. Buna göre Türkiye’de söz gelimi işsiz kalan yoksulda tepki kendi içine yönelir ve içe çökme, çürüme halleri görülür. Madun, duruma isyan edip toplumsal bir yapının içine girmez fakat içten içe kendini yer, kişisel bir dramın oyuncusu haline gelir. Kitlesel bir yağmanın yerini bireysel hırsızlık, başkasına yönelen bir şiddet yerine kendin kendini jiletlemek, uyuşturucu kullanmak, fuhuş yapmak ya da intihar etmek gibi yöntemler alır. Latin Amerika’da görülen ise toplu yağma eylemleri, fabrika işgalleri, yakıp yıkma gibi şiddetin dışavurum yöntemleridir. İki örnek arasındaki farkın temelinde kültürel ve ekonomik nedenler yatar. Bunlar daha sonra tartışılacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

1946'nın Sopalı Seçimleri vs. Örtülü Ödenekli 2015 Seçimleri - 1

Butimar’ın Boz Kanatları