Beyaz Türk Kimdir, Kara Olanlardan Nasıl Ayrılır?



Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri, Ertuğrul Özkök’ün 2014’te yayınladığı kitabının adı. Serdar Turgut kitap hakkında yazdığı kritikte, Ertuğrul Özkök’ün bir roman kahramanı gibi yaşadığını söylüyor. Devamında da “ben Beyaz Türk’üm, Ertuğrul ise has, damardan Beyaz Türk” diyor. [1] Beyaz Türk’ü tanımlayamadıklarını, bununla birlikte gördüklerinde tanıyacaklarını ima eden lakırtılar ediyor, yine aynı yazıda. Aslına bakılırsa Beyaz Türk’ün objektif bir tanımının yapılması henüz kimsenin başarıyla içinden çıkabildiği bir şey de olmadı / olamadı. Ufuk Güldemir’in 1992’de ilk kez ortaya attığı kavram biraz “herkesin üstüne yakışanı giydiği” bir olguyu tanımlıyor. Fakat Murat Bardakçı’nın tarihsel yaklaşımı meseleyi doğru tanımlamak adına belki önemli bir nokta olabilir;

“1970'li senelerde hayatta olan eski devrin entelektüel kesimi, bir toplumu üç kesimin teşkil ettiğini söylerlerdi: "Avam", "havas" ve "havâsü'l-havas"... Avam, pek öyle tahsili olmayan, günlük hayatını idameye çabalayan sıradan vatandaş demekti. Okuyup kendini yetiştirmiş olanlara, yani entelektüellere "havas" denirdi; toplumun üst sınıfını ise "havâsü'l-havas", yani batıdaki karşılığı ile "creme de la creme" teşkil ederdi. Bugün okumuş, batının hayat tarzını benimsemiş ve hayat tarzlarını o şekilde devam ettirmeye çalışan çevreler için kullanılan "Beyaz Türkler", aslında eskilerin "havâsü'l-havas" sınıfında mütalâa ettikleri kişiler ile ailelerdir.“[2]

           Tabi buradaki “okumuş, batının hayat tarzını benimsemiş ve hayat tarzlarını o şekilde devam ettirmeye çalışan” ifadesinin oldukça geniş bir alanı kapsadığı aşikar. Özal’la birlikte yaşanan ilk ekonomik ivme,  Erdoğan ile birlikte ikinci büyük bir ivmeyle devam ederken, bugünün Türkiye’sinde yukarıdaki özellikleri haiz geniş bir orta ve orta-üst sınıfın oluştuğunu söyleyebilmek mümkündür. Öyle ki artık, Türk sinemalarında Hollywood’un pop-corn üretimlerine de, elit festival filmlerine de yer bulabilmek sıkıntı olabiliyor. Öldü bitti denilen opera gösterimlerinin biletleri haftalar öncesinden tükeniyor, tiyatrolar, rock festivalleri, stadyum konserleri filan hep dolup taşıyor. Her sınıfın içindeki nüfus yoğunluğu giderek artıyor. Bu durum Beyazları da Siyahları da kantitatif anlamda artırıyor. Öyle ki Ertuğrul Özkök, referanduma hayır oyu veren %42’yi otomatikman Beyaz Türk olarak ilan ediyor, Türk muhafazakarları karşı tarafı eleştirmeye kalkıştıklarında hep Beyaz Türk kavramını kullanıyor. Ya da Abdullah Öcalan’ın Kürdistan kitabında yazdığına bakarsak; “Beyaz Türk Faşist Eliti” diye bir kitle var ve yaşıyor.[3] Muhtemelen o da aynı %42’yi refere ediyor. İlber Ortaylı ise bu Beyaz Türk kavramını Murat Bardakçı’nın havasü’l havas dediği gibi anladığından olsa gerek, o geniş kitle beyaz değil; Neslişah Sultan, İdil Biret ve benden başka Beyaz Türk yok demeye getiriyor.[4] Ortaylı’nın vurgusu şu noktaya götürüyor bizi; aristokratik bir yapının olmadığı Osmanlı mirasında kişiyi Beyazlatacak unsur paradır, paranın kümülatif birikimi için de uzun yıllar gerekir. Meseleye böyle yaklaştığınızda Koç’lar da, Sabancılar da özleri itibariyle esnaf sayılırlar, İstanbul’un süper zenginlerinden en eskisi sayılabilecek Eczacıbaşılar’ın aile tarihleri bile ancak 100 yıl geriye gider. O halde kime verilecek bu Beyaz Türk payesi? Elbette geriye pek fazla kişi kalmıyor. Bir Sultan, bir piyanist bir de İlber!

                 Görünen o ki bu beyaz Türk’lük, biraz self-proclaimed bir iddia taşıyor. Modernliğini, yabancı dil bilmesini, bir ayağı yurtdışında oluşunu, hatta yurtdışında mülk sahibi olup buralardan Türk medyasına yazılar göndermesini, yani bir nevi “hem New Yorker ya da Parisien, hem de Nişantaşı züppesi” olmasını kastettiğimiz bir yeni zaman Bihruz Bey’idir o. Modernliği koltuk-altı stick’i kullanımına kadar indirgeyen ve üstüne bastığı kitleye kötü bildiği ne kadar huy ve karakter varsa onları yükleyen, yaşadığı çevreyi idealize edip Gezi Parkı eylemleri patlak verdiğinde “yahu işte birlikte yaşamak istediğim insanlar bunlar” diyen bir ne oldum delisidir. Aslında Beyaz Türk’ü tanımlamak yerine örnekler vermek sanırım herkesin kolayına giden şey, çünkü bu gerçekten de işe yarıyor. Mesela Paris’te yaşayan Mine Kırıkkanat desek? New York’tan Oray Eğin, ya da? Peki Brüksel’den Hadi Uluengin’e ne dersiniz? Fakat elbette hiçbiri bir Alex değil; bir ayağı Paris’te olan Ertuğrul Özkök. Ve cresendo; Neşe Düzel, Baskın Oran, Serdar Turgut vesaire. Hatta Hilmi Yavuz. Expatlık ve laik – hümanist  tavrı paket halinde sunan ve avamı durup durup azarlamayı iş bilen bir havai ekip. Ya da ikinci cumhuriyetçi kontenjanından kamuoyunda yer tutmuş, marksist kilisenin ruhban sınıfından liberal dönüşümün Kürtçü demokratlığına savrulan avaneler. Veyahut da Beyazıt'ın avam kahvehanelerinde değil de, Galata'nın retro mekanlarına takılan yeni İslamcı münevverler. Beyaz Türkler ve şürekası dediklerimiz siyaseten rengarenk, sınıfsal olarak birörnek.

                Aslında Hilmi Ziya Ülken’in, ex-post özelliği nedeniyle Beyaz Türk’ün tanımı olarak verilemeyecek olsa da, Orhun Anıtları üzerinden yaptığı Ak budun / Kara budun ayrımını sınıfların algısını anlayabilmek için işlevsel bir metafor olarak kullanabiliriz. Bu noktada da zaten aklımıza hemen Şerif Mardin’in Merkez / Çevre çatışması kavramı gelir. Ak budun – kara budun, ya da merkez / çevre çatışması hem kültürel hatta hem de siyasi polarizasyonda kendini gösterir. Esasen bu ikilik modern Türkiye’yi anlama çabamızı da fazlasıyla aşar, Irak’ta Basra körfezi taraflarında yoğunlaşmış Şii nüfusun hangi kültürel ve siyasal ikilik babında Sünni oligarşiye karşı bir hareket olarak mevcudiyet bulduğundan tutun da, Selçuklu’ya isyan eden Türkmenlerin devlet ve onun üst- kültürüyle (saray) olan ilişkisinde nerede durduklarına ya da bugünün siyasetinde Tunus, Mısır ve İran’da farklı isimlerle anılsalar da sürtüşmenin hep modernist ve gelenekçi yapılar arasında yaşandığına kadar gider. Bütün doğuyu bu hakim paradigma üzerinden açıklamanın da elbette sorunları vardır ve bu doğaldır, fakat Türk modernleşmesi kendini bu merkez / çevre çatışması üzerinden anlaşılır kılar. Bugünün siyasetinde monşerler ve millet (yer yer ümmet) söylemiyle ifade edilen, özünde beyazlık ve siyahlık meselesini taşıyan temel paradigmanın ne olduğunu dönemin başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanının New York Times gazetesine verdiği ropörtajda tüm yalınlığıyla anlayabiliyoruz zaten:

“Ülkemizde "Beyaz Türkler" ve "Zenci Türkler" diye bir ayırım vardır. Kardeşiniz "Tayyip" siyah Türktür  Bu kavram üzerinden kapalı iki ayrı millet,  iki ayrı kültür üretildi. Beyazlara kendi değerleri, kültürel hasletleri unutturuldu. Hakir gördükleri doğulu niteliklerden temizlenerek, Türklüğü yeni Türk kavramı ile korumaları istendi.[5]

Netice itibariyle, Beyaz Türklerin ne olduğunu hala bilmiyoruz fakat ne olmadıklarını anladık sanırız. Bugün Alev Alatlı’nın küstüler, Ertuğrul Özkök’ün artık ezilenler onlar dediği Beyaz Türkler’in, büyük bir bunalımdan geçmekle birlikte, hala merkezde durduklarını ve öyle kalmaya da devam edeceklerini söylemek –en azından şimdilik- mümkün görünüyor.


[1] http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/nehrin-kiyisina-vuran-mine-vaganti-394599
[2] http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/934513-beyaz-turkler
[3] http://www.anayurtgazetesi.com/yazar/Beyaz-Turk-fasistler-Demirtas-a-oy-verdiler%20/24083/
[4] http://www.haber7.com/yasam/haber/629131-ilber-ortayli-beyaz-turkte-ezber-bozdu
[5] http://www.farkhaber.com/yazarlar/pinar-aydin/beyaz-turk-un-anatomisi/31/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

1946'nın Sopalı Seçimleri vs. Örtülü Ödenekli 2015 Seçimleri - 1

Butimar’ın Boz Kanatları