Açın İmam Hatiplerin Önünü!


Söylenen o ki; YÖK, Danıştay 8. Dava Dairesi'nin verdiği karara manifesto niteliği taşıyan bir itirazda bulunmuş. Bu manifestoya tam olarak buradan ulaşabilirsiniz.
Efendim bu "manifesto" adı verilen, haktan, hukuktan, eşitlikten bahsedip en yüksek oy alan aday yerine sonuncuları falan rektör adayı olarak belirleyen, 60 oy alan dekan adayı yerine 9 oy alan adayı atayan YÖK tarafından imza edilmiş itiraz dilekçesi şimdi Danıştay'ın İdari Dava Dairesi Kurulu'nun önüne gelecek. Ve bu "manifesto"yu okuyan üyeler ansızın Danıştay 8. Dava Dairesinin yaptığı bu muazzam hatayı görüp beyinlerinden vurulmuşa döneceklerdir. Bu şiddetle, hak ve hukukun gölgesinden yürüyüp gidecek ve İmam Hatip Liselerinde eğitim gören pek mazlum ve çok ezilmiş gençlerimizin önünü açacaklardır. Böylece bu gençler arasından varsa böyle yemeyip içmeyip ÖSS çalışanları, onlar işte Tıp, Hukuk, İktisat, Mühendislik gibi bölümlerde eğitim göreceklerdir. Sayın Cüneyt Ülsever yazısında tam olarak böyle yazıyor.(Bakın)

Olayı böyle okuyunca, konunun eşitlikçi- ayrımcı vesair yaklaşımlarından ziyade çok farklı bir yönü aklıma geldi.
Efendim, şimdi bu memleketimizin dört bir yanını adeta demirağlar misali ören cemaatlerimiz temel olarak ne gibi bir yöntemle çalışmaktadırlar? Hemen cevaplayalım: Cemaatlerde temel direk, aynı dinde olduğu iddia edildiği gibi namaz, her örgütte olduğu gibi bir beyin yıkama aktivitesi olarak sohbet ve katolik okullarındaki başarılara benzer olarak eğitimde muvaffak olmaktır. Bu üçlü sac ayağını kuran yapı hali hazırda ülkemizin hemen her köşesinde, dahası dünyanın her yerinde başarıyla işlemektedir. Demokrasinin kendilerine sağladığı özgürlüğü, ona tamamen zıt söylem, idea ve inançlara sahip olmaları vesilesiyle bizatihi demokrasiyi yemek için çalışmaları ilginçtir. Bunun adına sanırım "demokrasiye şirk koşmak" denir. (Teşbihten kaynaklanan hatalar için lütfen arayınız: 0505...)

Cemaatçi tedarik zincirinin nasıl çalıştığını gösterir bir şema çizmek isteseydik sanırım yine bu üç sac ayağını kullanmamız gerekirdi. Din hizmetlerinin yürütülmesi için ayrı bir başlık, eğitim için ayrı, yeme,içme, konaklama ve benzeri giderler için de başka bir başlık açardık. Bu zinciri oluşturan halkaların maliyet muhasebesini de gerek Anadolu kaplanları- sakallı sermaye olsun, gerek İstanbullu yeşil sermaye, gerekse de Türkiye'nin her yanından kendilerine yapılan bireysel bağışlarla topladıkları gelirler karşı gelecek şekilde hesaplarlardı. Bu hesaplamaları yaptığı varsayılan bir grup cemaatçi hiç şüphesiz "din hizmetlerinin yürütülmesi" kaleminin gösterdiği tutarın oldukça ciddi bir meblağ olduğunu görmüşlerdir. İşte tam bu sebeple, eğer din hizmetlerini aktarabilecekleri bir mekanizma bulabilirlerse (bu iş için bir taşeron ararcasına) rahatlayacaklardır.

Eh, iktidar bolluktur. İktidar, dünyevi zevklerin tatmini için en güçlü araçtır. Öyle değil mi? İktidar güçtür, iktidar vatandaşı becerme hakkıdır. Böyle değil mi? Cemaatimizin din işlerini bedavaya alabileceği bir kurum illa ki bu devlette vardır, değil mi? Elbette vardır! İmam Hatip Liseleri! Okulunu kamu gücüyle( ya da devlet eliyle zengin olmuş bir "hayırsever"in eliyle), imamını- öğretmenini 657'ye tabi kamu personeliyle, suyunu, yemeğini, konaklamasını ise milyonlarca vatandaşın o gıdım gıdım vergileriyle karşıladıkları bir sistemi düşünsenize? Cemaat bu sisteme geçtiği anda Ülker ve onun bağlı olduğu Yıldız Holding sanırım Türkiye'nin en büyük şirketi olur! Forbes listelerinde kaçıncı sıraya oturacağı tartışılır, ismini vermek istemeyen zengin işadamının Murat Ülker mi yoksa x.kuşaktan Hede Hödö Ülker mi olduğu üzerine bahisler açılırdı. Muhtemelen bugün başarının timsali olan Fen Liseleri'nin yerini İmam Hatipler alır, İmam Hatip öğrencilerinin %90 bilmem kaçının lisede okudukları daldan alakasız bölümler seçtiklerine dair gazete haberleri okurduk. Mikrofon uzatılan bu imam hatip öğrencileri, lise eğitimleri boyunca gerek Kuran'ı Kerim'in hatmi olsun, gerek fıkıh olsun çeşitli dal ve konularda yeterli eğitim aldıklarını, bundan sonra kariyerlerini (islami) anatomi, (islam) miras hukuku, (islam) iktisat tarihi, sosyal (harun yahyacılık)darwinizm gibi dersleri okuyabilecekleri bölümlerde sürdürmek istediklerini söylerlerdi. Bu röportajları televizyonları başında izleyen anne ve babalar çocuklarını imam- hatip liselerine yollayabilmek için onlara aldırmadıkları özel ders bırakmazlar, bir deneme sınavından ötekine çocularıyla koşturup dururlardı. Artık çocuğuna biyolojik bir güven duyan o anne ve babalar için meşhur söz; "benim çocuğumun fıtratı peygamber kabilinde(ya da benim çocuğum peygamber gibi akıllı) fakat çalışmıyor" olurdu.

Ne dersiniz, hoş olmaz mıydı? Çok güzel olurdu! Devletin sosyal örgütlenmesi içinde cemaatlere yer arayana kadar, cemaatlerin sosyal örgütlenmesi içinde devlete öyle ya da böyle bir rol biçmeye çalışmak çok daha akıllıca değil mi zaten? Söylesenize, Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi daha iyi çalışmaktadır, Fettullah Gülen cemaati mi? (10 puan değerinde soru) İmam Hatip mezunu bir gencimiz ile F.G cemaatinden hazır yetişmiş bir müridimiz arasında vuku bulacak bir dinsel sidik yarışını kim kazanacak dersiniz? Sonsuza kadar uzatabilirim bu soruları. Ama yapmayayım.

Son olarak;
Cüneyt Ülsever ne diyor; "bu çocuklar bizim çocuklarımız değil mi?". Sonra ne diyor; "15 yaşında bir çocuk kendi seçimi ile lise seçmiyor".

Birinci soruya hayır şeklinde bir cevap verebilseydi sanırım ikinci soruyu hiç sormazdı zat-ı muhterem.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

1946'nın Sopalı Seçimleri vs. Örtülü Ödenekli 2015 Seçimleri - 1

Butimar’ın Boz Kanatları