Periyodik Açılım Seansları


Can Dündar ve Celal Kazdağlı'nın 1997 yılında yazmış oldukları "Ergenekon" adlı kitabı okurken, Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemi anlattıkları bölümün bu sıralar pek gündemde olan "Kürt Açılımı" projesiyle ne kadar da benzeştiğini gördüm. Birinci Körfez Savaşı dönemine rastgelen ve emperyal güçle birlikte hareket etmeye çalışan iktidarın yaptıkları ile İkinci Körfez Savaşı'nda benzer bir tavrı göstermeye çalışan ama bir türlü beceremeyen AKP'nin "geç olsun, güç olmasın" müşevviğiyle Üçüncü Körfez Savaşı'nın ilk adımı olacak(!) ABD'nin Irak'tan çekilme sürecinde yapmaya çalıştıklarının nasıl da benzeştiğini göreceksiniz.

Bakın şu satırlar o kitaptan:

"Özal'ın Kürt sorununa ilgisi aslen Körfez Krizi'yle başladı. 17 Ocak'ın ilk saatlerinde patlayan savaşta, Bağdat rejiminin karşısında uluslararası bir koalisyon vardı ve herkes Saddam'ın devrileceğine kesin gözüyle bakıyordu. O dönemde Cumhurbaşkanı Özal birden ön plana çıkıvermişti. Başkan Bush'la görüşüyor, CNN'de boy gösteriyor; bu arada da Köşk'e gelen herkesin önüne haritalar serip görüşlerini anlatıyordu. Bölgedeki koalisyon güçlerinin komutanı General Norman Schwarzkopf gibi o da Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinden yanaydı. Herkesten daha atak görünyordu. Askerlerden bile."

[...]TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk da Özal'ın bu isteğini yakından bilen biriydi: "Saddam'a karşı büyük düşmanlığı vardı. Bush'la beraber Körfez Krizi'ni yönettiğini söylerdi. Ve hatta Körfez Krizi senaryosunun kendisine ait olduğunu bana defalarca söylerdi. Basra Körfezine kadar bir Türk kuvvetinin gidebileceğini, meseleyi çözebileceğini haritalar üzerinde bana anlatıyordu. Özal'ın senaryosu, savaş sonrası Irak'ta, Türkiye'nin söz sahibi olması esasına dayanıyordu. Eğer Irak parçalanırsa, Türkiye tarihi gerçekleri gündeme getirip hak iddia edecekti. Irak parçalanmazsa, rejimin yeni oluşumunda söz sahibi olmalıydı. Bunun için Türkiye'nin elinde Türkmen kartı vardı. Ancak bu zayıf bir karttı. Irak'ta söz sahibi olabilmek için başka bir kart daha gerekiyordu. O kartı da Özal'a, bölgeyi çok iyi tanıyan danışmanı Cengiz Çandar hatırlattı. Bu kartın adı Kürt Kartı'ydı."[...]

Yani anlaşılan o ki bu açılım laflarının arkasındaki isim şimdinin Radikal Gazetesi yazarı Cengiz Çandar Beymiş! "Büyük Devlet" projelerimizin mimarlarını tanımak iyidir diye yazıyorum bunları buraya! Kendisine wikipedia üzerinden buraya tıklayarak ulaşın:

Cengiz Çandar'ı takip eden vardır, etmeyen vardır, bilemem. Fakat ben her zaman bu zat-ı muhteremi Arabistanlı Lawrence'a benzetmişimdir. Amerikan emperyal tavrının bir Türk tiplemesinde vuku buluşu, dünyanın cehalet kuyusu Arap toprakları ile Amerikan ismi Lawrence'ın bir araya gelmesi kadar ilginçtir. AKP'nin seçim zaferinden sonra dile getirdiği cümlelerde saklamaya çalıştığı o muazzam heyecan satıraralarından fırlayıvermektedir aslında:

"Türkiye’de halk sözünü söyledi. şimdi sıra, herkes için “halkın tercihi” ile “uzlaşma”ya geldi. seçim sonuçlarını beğenmiyorsanız, kendinizi değiştirmek zorundasınız. halkımız bu. bu halkı “soykırım”la ortadan kaldırıp, yerine, “eski elit”in damak tadına uyacak yeni bir halk “ithal etmek” söz konusu olmadığına göre kendinizi değiştireceksiniz.

“aman zafer sarhoşluğuna kapılmayın” uyarısıyla “aman şimdi uzlaşın” çağrısıyla “sandıkta kaybettiği”nizi geri almaya kalkışmayın. alamazsınız. kaybettiniz. zaman, niçin kaybettiğinizi tahlil edip, kendinizi değiştirme zamanı. zamanı böyle kullanın.

Türkiye’nin içe kapanmasına, “ırkçı-milliyetçi” söyleme, şiddete, kutuplaşmaya hayır demiştik. türkiye’nin uluslararası sistemin aktif bir unsuru olmasını savunmuştuk. türkiye’nin demokrasi ve modernleşme güzergâhı anlamında avrup birliği yörüngesine “evet” demiştik.
22 temmuz’da, türkiye halkı bu dediklerimize güçlü bir vurguyla “evet” dedi.

Türkiye halkına inandığımız ve güvendiğimiz için seçim sonuçlarını “doğru” tahmin etmiştik. Yanılmadık. Türkiye halkı yanıltmadı. Türkiye halkı yanılmadı..."

Neyse...
İktidar yalakalığı nedir diye merak edenlerin üç beş yazısından bir şeyler kapabileceği bir adamdır kendisi, bu kadar.

Cengiz Çandar'ı bir kenara bırakıp kitaptan alıntılar yapmaya devam edelim:

[...]" Özal, (...) Diyarbakır'daki bir basın toplantısında Irak Kürtlerinden "Vatandaşlarımızın Soydaşları" diye söz etti. Bu arada da Irak'taki Kürt liderlerle ilgilenmeye başlamıştı. Tam da o günlerde Cengiz Çandar'ın bir röportaj için Talabani'ye gidişini fırsat bildi ve onlara dönük bir açılımın ilk sinyallerini verdi."[...]

Sinyallerden sonrası ise şöyle gelişmiş:

[...]"Talabani Mart ayında gizlice Türkiye'ye geldi ve sadece birkaç diplomatla görüşebildi. Ancak o görüşmeler somut bir sonuca ulaşamayınca, Talabani bu kez bizzat Özal ile görüşmek istedi. (...) Bu temaslardan sonra kamuoyunu hazırlama atağı başladı. Önce Kürtçe konuşmanın serbest bırakılması gündeme geldi. (...) 1991 sonunda Başbakan Demirel, devletin yeni politikasını Diyarbakır'da açıkladı: "Kürt realitesini tanıyoruz." Ankara'da esen ılımlı hava 1992 Martında Nevruz ateşinde yandı. Büyük bir gerginlik içinde başlayan Nevruz kutlamaları, kısa zamanda çatışmaya dönüştü. Bilanço ağırdı: 57 Ölü." [...]

Burada durup biraz yorum yapmayı düşünüyordum aslında ama biraz daha alıntılayayım.

[...]"Kanlı Nevruz olayı Özal'ı yeni bir arayışa itti. (...) 'Acaba diyalogla bu iş nasıl çözülür'ün aranmasından yanaydı. PKK'yla diyalog mümkün olamayacağına göre, HEP ve benzeri kuruluşların o konuda bir anlamı olabileceği neticesine varmıştı. (...) Bu süreci yakından bilen isim ise HEP Milletvekili Sırrı Sakık'tı: Evet, öyle bir arayış içindeydi. Hatta "Ben ömrümün son döneminde ülkeme katkı sağlamak istiyorum. Ülkemin en büyük sorununu çözmek istiyorum." diyordu. Biz de kendisine "Bu sorunu kim hallederse ülkede ikinci Mustafa Kemal olur" diyorduk."[...]

Eğer yazının başını atlasaydınız, muhtemelen bugünden mi yoksa 20 yıl öncesinden mi söz edildiğini anlayamazdınız. Kitabın bundan sonraki bölümünde anlatılanlar daha da tanıdık! Askeri yöntemlerin çözüm olmadığı söylemleri, GAP televizyonunda Kürtçe yayın yapılması açılımı, Kürtçe eğitimin serbest bırakılması ifadeleri ve sonunda da bomba açıklaması: "Federasyonu bile tartışmalıyız." Tabi bu lafın daha sonra "düşünce özgürlükleri babında her şeyin özgürce tartışılabilmesi gerekir" şeklinde düzeltilmesi...

Hikayenin sonrasında ise bir sürü arabulucunun Irak- Suriye- Türkiye arasında gidip gelmeleri, Özal'ın Türki Cumhuriyetler seyahati, af söylentileri, sürekli ateşkes sağlama çabaları, arabulucu HEP'liler ve en sonunda da Özal'ın "zamansız" ölümü var.
Özalsız gerçekleşen ilk MGK'da da tüm dosyaların kaldırılması...

Tarih ve tekürrür zırvalıklarını bir kenara bırakıp bakmaya çalıştığımızda çok net olarak göreceğimiz bir şey var. Ortada bir sorun var ve bu sorunun tarafları son yirmi yıldır aynı. Bu taraflar arasında arabulucuk yapanlar, çözüm üretmeye çalışanlar da aynı. Hiçbir şey değişmemiş. Turgut Özal figürünün yerini Tayyip Erdoğan almış. Neticede "ikinci Mustafa Kemal" olma hülyası ikisinde de var!
Kadrolar aynı kadrolar, Amerika aynı Amerika. Ordu yerinde duruyor da, sadece Apo artık içeride, o kadar.

Çözümsüzlüğün tarafında Cengiz Çandar'ın suçlayıp durduğu ırkçılar yok maalesef. Çünkü Cengiz Çandar da iyi bilir ki dünyanın her yerinde evet, ırkçılar vardır ama bu ırkçılar dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde politika üretiminde öyle ya da böyle etki edecek kadar güçlü değillerdir! Ha, Cengiz Çandar eğer ırkçılık kisvesi altında milliyetçilere giydirmeye çalışıyorsa, önce sempatizanı olduğu partinin söylemlerine bakmalı, sonra da biraraya getirmeye çalıştığı "şahin" Kürt parlamenterler ve onların dağda ikamet eden dostlarını karşısına alıp konuşmalıdır.

Neden Cengiz Çandar'a verip veriştiriyorum bu yazıda? Çünkü bu meşum kişi bu ülkenin iç ve dış siyasetine etki edebilecek, onu bilfiil oluşturabilecek kişi olarak Kürt sorununun çözümüne karşı geliştirdiği yanlış aksiyomları hala ve hala ısrarla savunmaya devam eden biri olarak gözüme batıyor! 1 Mart tezkeresi meselesinde ABD ile Kuzey Irak'a girmediğimiz için neredeyse cümlemize nefret beslemeye başlamış olan Cengiz Bey'in yazıları, Diyarbakır gözlemleri, televizyon yayınları benim için hiçbir şey ifade etmediğinden, soruna hiçbir çözüm getirmediğinden, ya da varsa zerre kadar bir çözüm önerisi onun da yanlış kişilere, yanlış şekillerde uygulandığından yazıyorum bunları.

Liderlerin arkasındaki danışmanların ne kadar etkin oldukları malumdur. Bu yazıda da bu yüzden Özal'ı değil, Çandar'ı suçladım. Fakat demem o ki, Tayyip Bey eğer Kürt sorununun üstüne bu kadar gitmeye niyetliyse ve bu konuda gerçekten iş yapacak adamlara ihtiyaç duyuyorsa, neden her gün gazetedeki köşesinde kendisine güzellemeler yazan Cengiz Çandar Bey'i danışman olarak atamıyor? Yoksa Özal'ın yediği gazdan mı çekiniyor? Ergenekon hala var mı yoksa? Ya da Cengiz Çandar "Böl- Parçala- Yönet"çi Sam Amca'nın akrabası mı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

1946'nın Sopalı Seçimleri vs. Örtülü Ödenekli 2015 Seçimleri - 1

Butimar’ın Boz Kanatları